Sunday, January 30, 2011

Pervanenin kanatlarında -son(Tiryandafila)

Despina anne onun buzlar üzerine yığılan bedenini kaldırmak için sarıldıysa da bun başaramadı. Başını buzlardan kaldırıp elleri arasına aldığında buz kesen parmaklarını ızıtmak için gözlerinden akan yaşka başka birşey bulamadı. Gözlerinden süzülen yaşlar Ebubekir Efendinin yanaklarında buz kesiyor, ama onu kendine getirmeye yetmiyordu. Despina anne hıçkırmaya , kesik kesik çığlıklar atarak yardım istemeye başladığında imdadına camiden çıkan birkaç kişi yetişt. Ebubekir efendiyi caminin misafir odasına getirip ocağında birkaç odun tutuşturdular. Gece yarısına kadar ne yaptılarda Ebubekir efendiyi kendisine gelmedi. Despina anne hiç kimseye söylemediği sırrı ile onun başında bekliyor, rahibe olmanın gereğini yerine getirdğini söylerek evine gitmesi gerektiğine dair teklifleri kabul etmiyordu. Hatta gece yarısından az sonra yanındakileri , kendisinin gündüz uyuduğu , dolayısıyla hastanın başında sabaha kadar bekleyebilceği gerekçesiyle evlerine gönderdi. Talnız kaldıklarında ise Ebubekir efendinin başını dizlerine aldı. Ve ilk defa elini yüzüne götürüp artık tamamen beyazkalşmış olan sakallerını akşayarak dualar etmeye başladı. Dilinn ucunda neşideler dökülürken içinden de “ Adımı bir kerecik olsun sana söyleyemediğim için acaba bana kızgın mısın Ebubekir efendi? Sen beni Tiryandafila olarak sevdin diye ben Despina olmaktan çok Tiryandafila olarak yaşadım.”
Sabahın ilk ışıklarıyla kasabada yeni bir hayat başlıyordu. Bulutlar dağılmış, güneşin sıcaklığı hissedilir olmuş, buzlar erimeye yüz tutmuştu. Bu gün bereketli bir gün idi. Halk köşe başlarında birikip edilen duaların kabul olduğu ve Tanrı’nın gazabının kasabadan çekildiği üzerine konuşmalar , sohbetler yapıyorlar, yaşma sevincini paylaşıyorlardı. Sevinçler güneş ışığı olup denize yansımaya yüz tuttuğunda, Ebubekir efendi de yavaş yavaş kendine gelmeye başlıdı.  Başı bir kadının sevkatli bağrıyla örtülmüş, hiçbir şey görmeden öylece yattığını hissetti. Dimağında ezelden tanıdık kokular, zihninde ayrılıkları kovulmuş vuslatlar, aklında özleyişlerden kaçmış mutluluklar vardı. Tiryandafila’nın nefesindeki kesik kesik tıslamaları , kalbinden gelen aksak ritimleri hissedince telaşlandı. Bekledi, “uyuyor olmalı” diye düşündü. Biraz beklemeyi sıcaklığını duymayı istedi. Ama hayır, bu normal bir vücudun sıcaklığını duymayı istedi. Ama hayır, bu normal bir vücudun sıcaklığına benzemiyordu ve bütün bedeni içten içe sarsılır gibi titriyordu. Birden kollarını kaldırıp sevgilisini kucakladı. Meğer gece rüzgardan ocak sönmüş, despina anne yakacak odun bulamayınca çevresinde bulduğu herşeyi ocağa atmış,  sonunda çaresiz Ebubekir Efendi’nin üzerine kapaklanarak onun donmaması için bedeninin bütün kuşatıcılığıyla onu sarıp sarmalamıştı. On sekiz yaşında bir genç kız iken yapamadığını , şimdi kırkını aşmış bir rahibe olarak yapmaktan hem gurur, hem de haz duymulştu üstelik. Sevdiği  ve aşkını berrak haliyle saklayabilmek uğruna rahibe olmayı yeğlediği , sadakatini hiçbir gün eksiltmediği Ebubekir efendi , zayıf düşmüş  bedeniyle şşimdi dizlerinde ölürse diye korkusundan bütün enerjisini, bütün sıcaklığını ona vermiş , sırtına vuran gecenin ayazına aladırmadan, parmaklarının hissetmeyecek kadar üşüdüğünü bilmeden ve nemli gölerini hiç kapamadan sabahın ışıklarına ulaşmıştı.
Ebubekir efendi elleriyle onun bedenini doğrultup gözlerini açtığında ilk gördüğü şey , kucağında yattığı kadının yana doğru düşmeye başlayan boynunun güöüş zarfta asılı duran tek inci oldu. Bu, onun pazısında sakladığı incilerin sonuncusuydu ve demekki bunca zamandır sevgilinin bağrında yer edinmişti. Kalbinin o anda durmasından korkup kollarından birini Despina’nın boynuna uzattı, diğeriyle omuzuna yakın bir yerdeki pazıpendini tutarak,
Tiryandafila, dedi, son inci tanesinin son mektubunu bana hiç göndermedin!
O zaman seni kaybederdim, diye cevapladı zorlukla nefes alırken.
Son mektubunu alsaydım bile sana son şiiri asla yollamıcaktım.
Bili-yorum sevgilim, bi-li-yo-rum!...
Despina Ebubekir efendinin başını tutan elini binbir güçlükle kaldırıp boynundaki inciyi çıkararak sevdiği adamın avucuna usulca bıraktığında ebubekir efendi irkilerek doğrulmaya çalıştı. Çünkü Tiryandafila’nın başı öne doru düşüyor, yıllar önce gördüğü kumral saçları siyah başörtüsünün altından dalga dalga yüzüne dökülüyordu.Kendisini kaybettiğini o anda farketti ve derhal toparlanıp onu kucakladı. Bedenindeki hareketin sınırlı olduğunu görünce de durmadan adını sayıklayarak sarsmaya başladı. Bu sefer sevdiği kadın onun kucağında hareketsiz duruyordu. Onu kendine getirir umuduyla Ebubekir Efendi pazıpendini açıp incileri avucuna doldurmaya başladı. Onun yumuşak ellerini avucunun içine alıp sıkmaya, incileri içinde ritmik hareketlerle ileri geri yuvarlamaya başladı. Despina gözünü açmak için büyük gayret sarfediyor ama kısa aralıklarla uykuya dalıyordu. Ebubekir efendi avazı çıktığı kadar bağırıyor, birilerinin yardıma koşmasını istiyor, ama sesi kasabanın sevinç çığlıkları arasında kaybolup gidiyordu. Çaresiz kaldığında da ona pazıpendinin içindeki son aşk şiirini çıkarıp okumak geldi aklına. Beyitleri birer birer okurken gözlerinden dökülen yaşlar, despinanın yanaklarını okaşayan ellerini de ıslatıyordu. Sevgilisinin yüzündeki son gülümseme, şiirin son beytinde aydınlandı ve ölmek üzere olan cennetlik insanların yüzüne yansıyan mutluluklar gibi odayı doldurdu.
Sonra:
Ebubekir efendi Limni de kaldığı iki yıl boyunca hergün şafak sökerjen Tiryandafila(despina)’nın mezarı başında dua etti ve İstanbul’a döneceği zaman kırk inciyle birlikte kırk tek saçı da mezarının başına gömdü.
Despina Anne’nin mezarı Limni’de uzun müddet Azize beatrice gibi hürmetle ziyaret edildi. Genç aşıklar onun taşı üzerine mumlar adaklar adadılar.
Ebubekir efendi limniden geldikten altı ay sonra İstanbul’da öldü ve Eyüp sultan kabristanlığına gömüldü. Daha sonra şiiirleri ile Hırrename başta olmak üzere mektupları birer kitapta toplandı. Çeşitli kütüphanelerde konuldu.
Despinanın babası gibi papaza olan kardeşi tiryandafil, ablasının ölümünden tam otuz yıl sonra mora’daki büyük isyanda, sırf onun hatırasına saygı olsın diye bir Türk delikanlısını üç gece evinde saklıyarak canını kurtardı ve birbirni çok seven ablası ile Ebubekir Efendi’nin aşklarını kutsamış oldu.
Ebubekir Kani efendi şair ve yazar olarak unutuldu, ama “ kırk yıllık kani olur mu ani” sözü Türkçe deyimler arasında yüzyıllarca kullanılmaya devam etti.
Ebubekir efendinin voyvoda alexander ile birlikte silistre de resmedildiği bir portresi bükreş sinaia Müzesine konuldu.
Mora isyanı’ndan sonra Türk ve yunan uluslar arasında düşmanlık tohumu ekenler, yazık ki hiç eksi k olmadı.
Despina ve ebubekir efendinin aşkı belki birilerine tarihin birlikteliklerini hatırlatır diye bu öyküyü yazdık.

2 comments:

  1. tiryandafila 30 yapraklı gül demektir.burada hikayenin bir kısmını yayınlayabildim.Hikayenin tamamı İskender Pala'nın Kitab-ı Aşk isimli kitabındadır.

    ReplyDelete
  2. very nice)
    follow me guys http://whatisrocknroll.blogspot.com/

    ReplyDelete